Kıymetli kadın dostum;
Bir ofis ya da kurumda, evraklar üzerinde yaptığın işi, mutfaktaki bulaşıkları yıkamaktan daha saygıdeğer yapan nedir ? Ekonomik karşılığının olması mı sadece?
İşi bırakıp çocuğunu büyütmeye karar veren her kadının yüreğini alt üst eden suçluluk duygusunun altında yatan şey ne ? Niçin işini bırakmayı tercih eden kadınlar; çalıştıkları dönemdeki özgüveni ve muazzam şeyler yaptıklarına dair inançlarını yitirirler?
Etraftaki herkesin saygısının da giderek buz gibi erimesi cabası…
Toplumsal paradokslarımızdan biri de, kadın yaşamını tasarlama konusundaki ısrarcı tavrımızın hiç bir zaman değişmiyor oluşu. Her dönemin kendine özgü kadın modeli, bir şekilde popüler kültürde yeniden üretilip toplumsal bilince zerk ediliyor.
Sanayi devriminden önce batılı kadın figürü; zarafeti, güzelliği, erdemi ile baş rolde olan, iyi çocuk yetiştiren ve ev hanımı olarak tüm sorumluluğunu yerine getiren kadın idi. Sonrasında artan iş gücü ile birlikte kadının erkeğe göre daha ucuz bir iş gücü olması, kadının iş yaşamına girmesini sağlar. Kadının bu şekilde sömürülmesiyle, kadın gayreti sınıfsal bir düzleme oturur ve ardından kadına biçilen rol yeniden sorgulanır. Fakat kendisine biçilen ‘cici ev kızı / fedakar anne/ ahlaklı kadın’ kavramlarının sorgulanmasının ardından hızla değişen ekonomik sistemin dizayn ettiği tüketici yaşam tarzı, bu kez yeni bir kadın modelini ortaya çıkarır.
Çalışan, üreten, spor yapan, bakımlı, arkadaşları ile sosyalleşen, aynı zamanda çocuk bakım işini kitabi bilgilerle yapmaya yeminli bir kadın figürü vardır ortada. İşini bırakıp bu kalıbın dışına çıkıyorsan, çocuğunun bakımını bir yabancıya ya da okula devretmek yerine kendin üstleniyorsan, ideal kadın imajını sarstığın anlamına geliyor.
Kadının yaşamını reçetelerle belirlemek , ideal kadın profilinin dışında kalan pek çok kadını mutsuz etmekte. Çünkü kadınlar kendilerini her şeyden önce ‘normal /ait’ hissetmek istiyor. İdeal kiloya ulaşamayan mutsuz kadınlar, doğru ve tabiki pahalı bakım ürünlerini temin edemeyen, bu sebeple kendini yetesiz hisseden, birbirini kılık kıyafetle ayrıştırıp öteleyen, iş /ev kadını tanımıyla yargılayan kadınlar, kendilerine dışarıdan çizilen çerçevenin içinde kendi mutsuzluklarını yeniden üretiyor.
Peki ya iç ses? O sesi duyarak yaşamak nasıl olurdu …?